19 Ekim 2007 Cuma

Gâvur İzmir mi, güzel İzmir mi?

İşgalcileri denize dökmemizin üzerinden, 83 yıl geçtikten sonra dahi, ‘Güzel İzmir’ime reva görülen ve hortlatılan ‘Gâvur İzmir’ sıfatı, sadece biz İzmirlileri değil, yurdunu seven tüm vatandaşları gönülden yaralamış olsa gerek.

Osmanlı döneminde İzmir, Aydın Vilâyeti’nin merkez kenti durumunda idi. Ege bölgesi Türkleri genelde çiftçilikle uğraşırlardı. Yetiştirdikleri incir, üzüm, zeytin, pamuk, tütün, susam, kenevir, meyankökü gibi ürünlerin pazarlama ve ihraç limanı İzmir’di. Ürünlerin İzmir’e akması için yapılmış olan demiryolları, Aydın yönünden gelen Alsancak garında, Kuzey yönünden gelen Basmane garında son bulur ve limana kavuşurdu. Ürünlerin pazarlama ve ihraç işlemleri, genellikle İzmirli Rumların ve Levantenlerin elinde idi. Köylünün bin bir meşakkatle ve fakru zaruret içinde yetiştirdiği ürünler, bu tüccarlar ve ihracatçılar eli ile dünya pazarlarına ulaşırdı.

Tabii ki bu işlerden en kazançlı çıkan kesim, tüccar ve sanayiciler olurdu. Bunlar, borçlandırdıkları ve kendilerine bağladıkları köylünün ellerine verdikleri ikişer kuruşa karşın, kendi kazandıkları iki yüzer kuruş kârlarla İzmir’in en güzel bölgelerinde otururlar, sporting, skeyting gibi kulüplerde, Kremer Palas’larda günlerini gün ederlerdi. Kenti, kendi aralarında bölge bölge paylaşmışlardı. Kordon’da ve Punta'da (şimdiki Alsancak ) çoğunlukla Rumlar; daha arka mahallelerde, şimdiki Kültür Park'‘ta (İzmir Fuarı) Ermeniler; Göztepe, Karantina, Güzelyalı, Karşıyaka sahillerinde ve Bornova’da Levantenler; Asansör’de Yahudiler otururdu. Bunların Pasaport’ta ticarethaneleri, Bayraklı’da, Aya Trianda'da (şimdiki Turan ), İstavroz'da (şimdiki Hilal) zeytinyağı, prina, sabun, şarap, pamuk, kapçık, meyankökü işleyen imalathaneleri, depoları ve fabrikaları vardı. Bindiğiniz atlı tramvaylar, ‘dur, inecek var’ derseniz durmaz, ‘ferma’ derseniz dururdu. İşte, o zamanların ‘Gâvur İzmir’i bu bölgelerdi.

Türklerin oturduğu ve sahil bölgelerine tepeden baktıkları, Kadifekale, Eşrefpaşa, İkiçeşmelik bölgeleri, Karşıyaka’da Soğukkuyu mahalleleri ise hiçbir zaman ‘Gâvur İzmir’ olmamıştı. İzmir Türkleri, genelde devlet memuru, esnaf ve sanatkârdı. Kemeraltı’nda dükkânları olan, evlerine ancak ekmek ve tuz götürebilen, ama mütedeyyin ve mütevekkil, namuslu ve dürüst insanlardı. Aralarında, Evliyazadeler, Uşşakîzadeler gibi önemli aileler ve büyük tüccarlar da vardı; ama bunlar, çok azınlıkta kalıyorlardı.

15 Mayıs 1919'da, o kara günümüzde, emperyalistlerin, o zamanki deyimle düvel-i muazzama’nın yüreklendirmesi ile Yunan Ordusu İzmir’i işgal etti. İşte o gün, yukarıda bahsettiğim zümre, bazı taşkınlıklar yaptılar. İşgalci askerleri, Kordon’da Yunan bayrakları ile karşıladılar. Kızlar, balkonlardan çiçekler attılar. Kiliseler çanlarını devamlı çaldılar. Smryna ( İzmir ) Metropoliti Hrisostomos, Konak Meydanı’nda Yunan askerlerini teker teker takdis etti. Osmanlı, 1. Dünya savaşından yenik çıkmıştı. Askerimiz silâhsızlandırılmıştı. Onlara karşı koyamazdık. Buna karşın, korkularından Sarıkışla’nın cephesini mermilerle delik deşik ettiler.

Türkler evlerine kapandılar, ağlaştılar. Evvelce sevgi gösterdikleri, karşılıklı yardımlaştıkları Rum komşular ise aslan kesilmişlerdi.

Yunan’a ilk kurşunu sivil bir Türk, gazeteci Hasan Tahsin attı. Onu hemen oracıkta şehit ettiler. Ama o, bu güzel kentin simgesi oldu. Yunan’ı bir kurtuluş olarak gören hainler, İstanbul Hükûmeti, bazı basın, Ankara’yı dışlarken ve de örneğin Edirne Müftüsü, Selimiye Camisinde Yunan Ordusu’nun zaferi için dua tertiplerken, Ege’li Yörük Ali Efe’ler, Demirci Mehmet Efe’ler ve daha onlarcası silahlarını kuşanıp dağa çıkmışlar; düşmana kan kusturuyorlardı.

Mustafa Kemal Paşa’nın büyük dehası ile yeniden örgütlenen Türk Ordusu, ‘Güzel İzmir’imizin kurtuluş günü 9 Eylül 1922'de işgalci ordunun kalıntılarını denize döktü. Daha sonra, mubadele anlaşması ile yerli Rumlar gittiler; yerlerine Yunanistan Türkleri yerleşti. Aradan 83 yıl geçti. İzmir büyüdü; yangın yerleri eskisinden kat be kat güzelliğe kavuştu. Türk tüccarı, Türk sanayicisi söz sahibi oldu. İşte İzmir, o gün bu gündür ‘Gâvur İzmir’ değil, ‘Güzel İzmir’dir.

Lozan Barış Antlaşması görüşmeleri sırasında, Lord Curzon, İsmet Paşa'ya (İnönü): ‘Siz bile İzmir’e Gâvur İzmir dersiniz’ deyince İnönü’nün yanıtı: ‘Ekselans, böyle bir sözü ilk defa sizden duyuyorum’ şeklinde olmuştu. Demek ki, o zamandan bu zamana, politik söylem açısından, bırakın bir arpa boyu yol almayı, ne kadar gerilere gitmişiz.

Selânik’in harpsiz darpsız Yunan’a teslimini ihanet olarak niteleyenler, kente ‘Kahpe Selânik’ demişlerdi. Ama bunu şimdi hiç kimse hatırlamıyor. Peki, hâlâ daha ‘Gâvur İzmir’i gündemde tutanlara ne demeli, anlayamıyorum.

Her nedense, belki de kıskançlıktan, Türkiye’nin geri kalmış bölgelerinde, İzmir’e ve de İzmirlilere karşı bir allerji vardır. Ama biz diyoruz ki: Keşke tüm Türkiye, İzmir ve İzmirli gibi olabilse idi. Herhalde yıllar ve yıllar önce AB üyesi olur, kişi başına düşen ulusal gelirimiz belki de 20 bin doları bulurdu.

Kim ne derse desin, İzmirli her şeye ve herkese karşı hoş görülüdür. Verdiği sözün arkasında durur, randevularına vaktinde gider, çalışkandır. Bu meziyetler, onun namus anlayışıdır. Ama çalışma dışında keyfini sürer, paşa paşa içkisini içer, sokakları neş’e ile ama nezih bir tarzda şenlendirir. Yılbaşında evinde çam donatır, daha dar gelirliler kokina alırlar. Velhasıl Batılı gibi çalışır, Batılı gibi yaşar.

Bütün bunların yanında, dinine bağlıdır. Ama olmayacak duaya amin demez. Onun için namus kavramı sadece ve sadece iki bacak arasında değildir; töre cinayetleri ile vahşet sergilemez. İnsanları pusuya düşürüp arkadan vurmaz; mertçe döğüşür.

Bazılarına göre İzmirlinin yaşam felsefesi gâvurluksa, evet biz gâvuruz. Şimdi gel de rahmetli hocam Reşat Ekrem Koçu’yu anma:

Şair Nef’î, hünkârın huzurunda yapılan bir sohbette:

………..
Kadı-i Galata,

Fiili livata.
Şeyhislâm Efendi,
G.tler dimendi.
Ey Nef’î şair,
Ol merd-i kâfir.

şeklinde bir taşlama söylemiş. Yine bir taşlamadan nasibini alan Bayram Paşa, fırsatı kaçırmamış, ‘Şair, taşlamada kendisine kâfir (gâvur ) dedi’ bahanesi ile ve de şeyhülislâmın ‘Şer’an katli vaciptir’ fetvası ile şairin kellesi gitmiş.

Bu olay 17. yüzyılda olmuş. Ama yakın zamanda bile, hem de Cumhuriyet döneminde, Menemen’de Kubilây’ımızın kellesi gitmedi mi ? Bu gün de aramızda, fırsat buldukları anda kelle uçurmak isteyenler yok mu ?

13 Eylül 2007 Perşembe

İZMİR'İN TARİHİ YAPILARI -3

KEMERALTI'NDA İZMİR HANLARI

KIZLAR AĞASI HANI:

Kızlar Ağası Hanı, Kemeraltı'nda Halim Ağa Çarşısı'ndan Hisar önüne giden yol üzerinde, arka duvarı Hisar Camii avlusuna, bir yanı ise Bakır Bedesteni'ne bitişik konumdadır. Kapı üzerindeki kitabeye göre 1157 (1741) yılında I. Mahmud'un Kızlar Ağası Hacı Beşir Ağa tarafından yaptırılmıştır. Bazı yazarlar, kitabedeki açık ifadeye karşın hanın inşa tarihini 1779 olarak belirtmektedir. 1768'de İzmir'e gelmiş olan B.de Riedesel'in bu handan büyük övgü ile söz ettiği ayrıca, Hacı Beşir Ağa 1746'da ölmüş olduğu için 1779 yılı olsa olsa 1778 depreminden sonra hanın onarılma tarihi olabilir. Bu han, Hacı Beşir Ağa'nın diye hayır eserlerini yaşatmak için vakfettiği binalardan biridir. İzmir'deki eski kagir hanlar genellikle kare ya da dikdörtgen açık bir avlu etrafında, tek ya da iki katlı olarak inşa edilmişti. Bunlardan bazılarında hem avluya, hem de sokağa bakan dükkanlar bulunmakta idi. Kızlar Ağası Hanı da bu hanların ayakta kalmış en önemli örneğidir. Kızlar Ağası Hanı iki katlı ve dört kapılıdır. Avlusunun ortasında bulunan mescid bugün dini özelliğini yitirmiş, alt katı kahve, üstü ise halı ve kilim satan bir mağaza olarak kullanılmaktadır. Kızlar Ağası Hanı 1989 yılında restorasyon amacıyla yeniden inşa edilmek için kullanım dışı bırakılmıştır. Günümüzde restore edilmiş haliyle hizmet vermektedir.

--------------------------------------------------------------------------------

ÇAKALOĞLU HANI:

Yine 18.yy. Osmanlı dönemi eserlerinden biri olan Çakaloğlu Hanı İzmir'in önemli tarihi eserleri arasında yer alır. Han, uzun dikdörtgen planlıdır. ve üstü tonozlu kapalı bir çarşı şeklindedir. Başka sokağa açılan yuvarlak kemerli büyük demir bir kapısı bulunur. Kapının üstünde kitabe yeri gibi bir boşluk vardır. Aynı boşluk diğer kapının üstünde de bulunmaktadır. Kapının iki yanında 1805 tarihli mermerden yapılmış bir sebil ve çeşme bulunmaktadır. Sebil'i Hacı Ahmed'in yaptırdığı üstündeki yazıdan anlaşılmaktadır. Sebil ve çeşme aynı mimari tarzda olup lalebarok üslupta son derece güzel kabartmalarla süslenmiştir. Bugün bakımsız olmakla birlikte oldukça sağlam olan çarşı dükkanları depo olarak kullanılmakta ve mülkiyeti şahıslara ait bulunmaktadır.

--------------------------------------------------------------------------------

DİĞER HANLAR:

Hanlar ve Bedestenlerin İzmir'in Osmanlı-Türk çehresi içinde son derece önemli bir yere sahip olduğu açıktır. Özellikle 17. ve 18.yy.da gelişen bu mimarinin tipik örneklerinden bugüne kalanlar son derece azdır. Varolanlar da bakımsızlık nedeniyle harap durumdadır. Köprülü Fazıl Ahmet Paşa'nın yapımını başlattığı ve kendisinden sonra tamamlanan "Vezir Han" oldukça büyük ve geniştir. Yangınlara karşı son derece dayanıklı ve korumalı inşa edilen "Küçük Vezir Han" da önemli hanlar arasında yer alan diğer önemli bir yapıdır. Duvarları taş ve tuğla dizili olarak inşaa edilen üzeri beşik tonozlarla örtülü merdivenli bir girişten çıkılır. Bugün orijinarlitesini tümüyle yitirmiş durumdadır. Girit Hanı, ne yazık ki yok edilmiştir. 19.yy. Osmanlı eserleri arasında olup, bugüne belli ölçüde kalabilen hanlar arasında; Mirkelam Han, Esir Han, Küçük Demir Han sayılabilir.

İZMİR'İN TARİHİ YAPILARI -2

Borsa Sarayı:

1891'de kurulan ve Türkiye'de ilk ticaret borsası, 1919'a kadar bugün Gümrük Posta Müdürlüğü olan yapıda, işgalden sonra Gümrük'deki bir fabrikada, kurtuluştan sonra ise Metveler sokaklarındaki değişik yapılarda etkinliğini sürdürmüştür. 1928'de, özel olarak inşa edilen ve halen kullanılmakta olan Borsa Sarayı'na taşınmıştır. Sivri kemerleri, bitkisel motifli alçak kabartmaları, sütunçe (sahte sütun) ve kabaraları (yarım küre şeklinde kabartma) ile İzmir Borsa Sarayı, Osmanlı ve Selçuk mimarisinden esinlenmiş olan 1. Milli Mimari döneminin İzmir'deki en önemli örneklerinden biridir.

--------------------------------------------------------------------------------

Zübeyde Hanım:

Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanımın mezarı anıt şeklinde 1940 yılında İzmir Belediyesi tarafından Karşıyaka semtinde yaptırılmıştır.

--------------------------------------------------------------------------------

Vakıflar Bankası:

Çatalkaya Hanı 1931'de Mimar Mühendis Kemal Bey tarafından yapılmıştır. Yapı, 1. Milli Mimari ve Art Deco stillerinin özelliklerini taşımaktadır.

--------------------------------------------------------------------------------

Ziraat Bankası Merkez Binası:

İzmir Ziraat Bankası 1930'da yapılmıştır. Hem 1. Milli Mimari hem de Art Deco stillerinden izler taşıyan bu yapı, camlı tavanlı banka holü, özel bir duvar sistemi olan kasa dairesi ve ağır kapıları ile banka mimarisinin ilginç örneklerindendir.

--------------------------------------------------------------------------------

İZMİR'İN ÜNLÜ CAMİLERİ

Konak Camii

Tarih kesin olarak belli olmasa da, caminin bir 18.yy. yapısı olduğu anlaşılmaktadır. Bir öğrenci çalışmasında ise vakıf kayıtlarında caminin 1309 (1891-1895) tarihinde inşa olduğunun belirtildiği yer almaktadır.Birinci Dünya Savaşı yıllarında Vali Rahmi Bey'in camiyi onarttığı bilinmektedir. Caminin kapısı üzerinde bulunan mermer süslemeler ile, Mimar Tahsin Sermet'in yaptığı olan Milli Kütüphane ve Milli Sinema'daki mermer süslemelerin benzerliği göz önüne alınırsa, bu onarımın Mimar Tahsin Sermet tarafından yapılmış olduğu düşünülebilir.

--------------------------------------------------------------------------------

Kemeraltı Camii

İzmir'in belli camilerinin sıralandığı Anafartalar Caddesi kenarında, eski içliman kıyısındadır. 1690 tarihinde inşa edilmiştir. Anafartalar caddesi ile 853 ve 856. Sokaklar arasında bulunan bu cami, 1812 yılında esaslı bir tamir görmüştür. Etrafında medrese, kütüphane ve sebili de vardı. Zeminde olup, tek bir kubbe, bütün cami sathını örter.

--------------------------------------------------------------------------------

Başdurak Camii

Hacı Hüseyin Camii ile ilgili en eski kaynak Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde yer almaktadır. Evliya Çelebi, caminin yapısal özelliklerini belirttikten sonra kapı üzerinde yer aldığını söylediği bir kitabenin metnini vermektedir:
"Kıldı hoş sa'y-ı himem sıdk ile ol Hacı Hüseyin..Yapıldı bu kabe-i uşsak-ı zehi cay-i emin İtmamın görücek dedi şifayi tarihin Barek-Allah zehi cami-i firdevs-i berin. Sene: 1062 (1652)"
Daha sonraki yıllara ait çeşitli vakfiyelerde Hacı Hüseyin Camii'nden söz edilmekte, 19. yy.'dan sonra ise cami, bulunduğu mevkiin adını alarak Başdurak Camii olarak anılmaktadır. Hacı Hüseyin Efendi'nin kimliği ve yaşadığı dönem ile ilgili olmamasının yanı sıra, caminin yapılış dönemine ait vakfiyesi de bulunmamaktadır. Evliya Çelebi'nin sözünü ettiği kitabe halen camide bulunmadığından, cami ile ilgili en eski kesin bilgi kapı üzerinde yer alan ve 1188 (1774/75) yılında onarım yapıldığını belirten kitabedir. Bu kitabede, onarımın kimin tarafından yaptırıldığı belirtilmemesine karşılık, bazı vakfiyelerde adı geçen Hacı Ahmed Said Efendi'nin onarımı gerçekleştiren kişi olduğu kanısı belirmektedir. Hacı Ahmed Said Efendi, gene aynı vakfiyelerden anlaşıldığına göre bir de kütüphane kurmuştur.

--------------------------------------------------------------------------------

Kestane Pazarı Camii

Kestane Pazarı Camii, eski iç liman kenarında olması nedeniyle Evliya Çelebi, minareyi güçlükle oturttuklarından sözeder. Çelebi'ye göre 1667 yılında yapılan camii, kare bir mekan üzerine büyük bir kubbeyle etrafında dört kubbeden oluşmaktadır. Son derece güzel olan mihrabın Selçuk'taki İsa Bey Camiinden getirtildiği söylenir. Giriş kapısı üzerinde bir kitabenin yer aldığı Kestane Pazarı Camiinin son cemaat yerinde üç kubbe bulunur. 872 ve 882. sokaklardadır.

--------------------------------------------------------------------------------

Şadırvan Camii

Cihannüma'ya göre İzmir'in Ulucamii olan "Niflizade Camii" bu olmalıdır. Zira "derya tarafında ve denize yakın" idi. Anafartalar ile 912 sokak köşesinde olup, ismini altında ve yanında bulunan şadırvanlardan almıştır. Evliya Çelebi caminin yapılışı için 1636 tarihini vermektedir. 1815 yılında da önemli bir tamir görmüştür. Evliya Çelebi'nin "bir beyaz inciye" benzettiği bu caminin altında o zamanlar "serapa aktar dükkanları" vardır.

--------------------------------------------------------------------------------

Hisar Camii

1872 yılında kale arkasında, bugünkü Kemeraltı iş merkezi Hisarönü mevkiinde bulunan camii, 1592 yılında Yakup Bey tarafından yaptırılmıştır. Ortada bir büyük kubbe sekiz fil ayak üzerinde durmakta, yanlarda üçer büyük, geride üç küçük ve son cemaat yerinde yedi küçük kubbesi vardır. Batısında bulunan minaresi tek şerefelidir. Mihrap minber ve vaaz kürsüsü son derece özenli işlenmiş tezyinata sahiptir. Sütun başlıkları ve diğer süslemeleri oldukça korunmalı bir durumda günümüze gelebilmiştir. Camii 1813, 1881, 1927 ve 1980'li yıllarda onarım görmüştür.

--------------------------------------------------------------------------------

Hatuniye Camii

Anafartalar Caddesi ile 943 sokak köşesinde olup eskiden yanında geniş bir medresesi de vardı. 17. yy. başlarında Tayyibe Hatun adında hayırsever bir kadın tarafından yaptırılmıştır. Bir büyük ve iki küçük kubbenin örttüğü, iki eklentili bu gayrimuntazam planlı camii, 1737'de önemli bir tamir gördü.

--------------------------------------------------------------------------------

Hisar Camii

1872 yılında kale arkasında, bugünkü Kemeraltı iş merkezi Hisarönü mevkiinde bulunan camii, 1592 yılında Yakup Bey tarafından yaptırılmıştır. Ortada bir büyük kubbe sekiz fil ayak üzerinde durmakta, yanlarda üçer büyük, geride üç küçük ve son cemaat yerinde yedi küçük kubbesi vardır. Batısında bulunan minaresi tek şerefelidir. Mihrap minber ve vaaz kürsüsü son derece özenli işlenmiş tezyinata sahiptir. Sütun başlıkları ve diğer süslemeleri oldukça korunmalı bir durumda günümüze gelebilmiştir. Camii 1813, 1881, 1927 ve 1980'li yıllarda onarım görmüştür.